23 Ağustos – 12 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan. Türk
milleti için bir ölüm kalım savaşı olan Sakarya Meydan Muharebesi; Kurtuluş
Savaşı içinde kader tayin edici olmuştur.
Bu savaştan önce Yunanlıların başlıca hedefi; Ankara yönünde
ilerleyerek, Türk Ordusunu yok etmek ve Kurtuluş Savaşı’nın sembolü ve direniş
merkezi haline gelen Ankara’yı ele geçirmekti. Böylece Türk azim ve direnme gücü
yok edilmiş olacaktı. Mustafa Kemal ATATÜRK’ün emir ve komutasında, Türk
ulusunun kanıyla yapılan ve dünya harp tarihine en uzun meydan muharebesi; Türk
Kurtuluş Savaş’ı tarihine de subay muharebesi diye geçen Sakarya Destanı 21 gün
21 gece devam etmiş ve 13 Eylül günü Yunanlıların Sakarya Nehri’nin doğusunu
tamamen terk etmesiyle son bulmuştur.
Başkomutan Mustafa Kemal, Sakarya Meydan Muharebesi sırasında
ülke savunmasını şu şekilde ifade etmiştir. Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa
vardır. O sathı bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanı ile
ıslanmadıkça bırakılamaz. Onun için küçük, büyük her birlik bulunduğu mevziden
atılabilir; fakat, küçük büyük her birlik durabildiği noktadan yeniden düşmana
karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. Yanındaki birliğin çekilmek
zorunda kaldığını gören birlikler, ona uymaz; bulunduğu mevzide sonuna kadar
durmaya ve direnmeye mecburdur.
Taarruz inisiyatifinin Türk Ordusu’na geçmesini sağlayan Sakarya
Zaferi, TBMM hükümetine siyasi başarı kapılarını aralamış Türk milletinin
özgürlüğünü ve vatanını kurtaracağı inancını da kuvvetlendirmiştir.
Sakarya Meydan Muharebesi
Sakarya Savaşı sonunda; Türk Ordusu’nun 1683 yılındaki 2.Viyana
Kuşatmasındaki yenilgisinden beri süregelen çekilmesi sona ermiştir. Bu savaş,
Türk ordusu’nun son savunma savaşıdır.
Düşman 10 Eylül’de karşı taarruzla Afyon-Kütahya hattına kadar
atılmıştır.
Savaş Türk ordusunun üstün zaferiyle sonuçlanmıştır.
Sonuçları:
- Ulusal Kurtuluş Savaşının son savunma savaşıdır.
- Düşmanın saldırı gücü tükenmiş, Türk topraklarını ele geçirme
istek ve umudu yok olmuş, savunmaya geçmişlerdir.
- Bu savaşa Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak Batı Cephesi Komutanı
İsmet İnönü Paşalar katılmıştır. Subaylar savaşıdır.
- M. Kemal’e mareşallik rütbesi ve Gazi ünvanı ( 19 Eylül 1921)
verilmiştir.
- Sovyetler Birliği ile Kars, Fransızlarla Ankara Antlaşmaları
imzalanmıştır.
- TBMM Anadolu’da kesin egemenlik sağlamıştır.
- TBMM’nin yaşama ve varolma mücadelesindeki en büyük
başarısıdır.
Mısak-ı Milli, Türklerin Kurtuluş Savaşının siyasi manifestosu
olan altı maddelik bir bildiri adıdır. İstanbul' da toplanan son Osamanlı
Meclisi tarafından bu bildiri 28 Ocak 1920 yılında oybirliği ile kabul
edilmiştir ve kabul edildikten sonraki 17 Şubat' ta kamuoyuna açıklanmıştır.
Bildiri, Birinci Dünya Savaşı'nı sona erdirecek olan barış antlaşmasından
Türkiye'nin kabul ettiği askeri şartları içerir. Bildiri Mebusan Meclisinde
"Ahd-ı Milli Beyannamesi" adıyla kabul edilmiş, daha sonradan " Mısak-ı Milli"
olarak adlandırılmıştır.Her iki deyimle Ulusal Yemin anlamına gelir. Türkiye
Cumhuriyeti' nin sınırları, tabi bazı ayrıntılar hariç, Mısak-uı Milli ilkeleri
doğrultusunda gerçekleşmiştir.
Misak-ı Milli' de Alınan Kararlar
Erzurum ve Sivas
civarlarında oluşan kongrelerinde saptanıp ve ardından olgunlaştırılan ilkeler
doğrultusunda son Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından gizli oturumda oy birliği
ile 28 Ocak 1920 tarihinde alınan ve Türkiye' nin kabul edebileceği barış
koşullarını açıklayan 6 maddelik bildiridir. Mısak-ı Milli temelinde Ulusal
Kurtuluş ve Bağımsızlık savaşlarının bir programı niteliğindedir.
6 Maddeden Oluşan Misak-ı Milli Kararları Özetle Şunlardır
:
Arap kökenli halkın oturuduğu aynı zaman da Mondros Mütakeresi imzalandığı
tarihte yabancı devletlerin işgal ettikleri bölgelerin gelecekleri, halkın
serbest ve kendi oyuyla belirlenecektir; Mütakere sınırları içerisinde Osmanlı
- İslam çoğunluğunun çoğunluk olarak yerleşmiş bulunduğu kısımların tümü,
gerçekte ya da hükmen hiç bir neden ile birbirinden ayrılmayacak bir
bütündürler.
Misaki Milli Nedir
İlk serbest bırakıldıkları anda tekrardan kendi istekleri
doğrultusunda anavatana katılan Kars, Ardahan ve Batum' da gerekirse tekrardan
bir halk oylaması yapılabilecektir.
Batı Trakyanın hukuki durumuda, hakın
kendi özgürlüğü içinde verecekleri oylarla saptanacaktır.
İsstanbul ve
Marmara Denizinin her türlü güvenliği, tehlikeden uzak tutulması, Boğazların ise
ticaret gemilerine açılması ilgili devletler aralarındaki anlaşma ile
sağlanmalıdır.
Misak-ı Milli kararları doğrultusunda belirlenen ilkeler
çerçevesinde azınlıkların hukuki hakları, komşu ülkelerde yer alan
müslümanlarında aynı haklardan yararlanması koşuluyla azınlıklar güvence altında
olucaktır.
Türkiye' nin siyasal, adli ve mali olarak tam bvağımsızlığı kabul
edilecektir ; bu konularda hiç bir kayıt ve kısıtlama
getirilmeyecektir.
Osmanlı Devleti ’nin Birinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgisini
belirleyen Mondros Ateşkes Antlaşması (30 Ekim 1918) ile Anadolu ve Trakya her
türlü işgale açık bir duruma geliyordu. Çünkü Mondros ateşkes hükümleri galip
devletlere gerekli gördükleri her yeri işgal etme hakkı tanıyordu. Ülke işgale
uğrarken Padişah için önemli olan; saltanatın, halifeliğin ve hanedanın selameti
idi.
Bu antlaşma çok ağır koşulları içerirken, İstanbul Hükümeti ileride
yapılacak barış görüşmelerinde bu koşulları hafifletebileceğini umuyordu.
Mondros Ateşkes antlaşmasının hemen ardından işgaller başladı. Bu antlaşmanın 7
inci maddesine göre, İtilaf devletleri güvenliklerini tehdit eden bir durumu
bahane ederek istedikleri bölgeleri işgal edebileceklerdi.
Boğazlar İngilizlerin
kontrolüne geçti. İngilizler Çanakkale, Musul, Batum, Antep, Konya, Maraş,
Samsun, Bilecik, Merzifon, Urla ve Kars’ı işgal ettiler. Fransızlar ise;
Trakya’daki demiryolunun önemli istasyonlarını, Dörtyol, Mersin, Adana ve Afyon
istasyonunu işgal ettiler. İngilizler tarafından işgal edilen, Güney Doğu’daki
bazı iller daha sonradan Fransızlara terk edilmiştir.
İtalyanlar ise Antalya,
Kuşadası, Bodrum, Fethiye ve Marmaris’i işgal ettiler. Konya ve Akşehir’e de
asker yolladılar. Mondros Mütarekesi’nin Doğu Anadolu’da 6 vilayetin Ermenilere
bırakılacağına ilişkin maddesi Ermenileri harekete geçirdi.
Ermeniler kurdukları Alaylarla Doğu Anadolu’da yayılmaya ve
bölgedeki Türklere zulüm ve baskı yapmaya başladılar. Kozan, Osmaniye, Mersin ve
Adana’ya Fransızlarla birlikte Ermeni çetecileri de geldi. Yunanlılar
kendilerine vaat edilen Ege Bölgesi’ni ele geçirmek üzere, İngiliz, Amerikan ve
Fransız savaş gemilerinin koruması altında, 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgale
başladılar.
İzmir’in işgaline tepki olarak gazeteci Hasan Tahsin tarafından
düşmana atılan ilk kurşun Kurtuluş Savaşımızın başlangıcı olmuştur. Daha sonra
Yunanlılar 3 koldan Ege Bölgesi’ni işgale başladılar. Mondros ateşkes
antlaşmasından sonra işgallerin başlamasına karşılık Padişah ve Osmanlı Hükümeti
işgallere karşı ses çıkarmamışlar, orduyu geliştirip güçlendirmeye
yönelmemişler, sadece kendi çıkarlarını düşünmüşler, çekingen ve korkak
davranmışlar, ülkeyi içinde bulunduğu durumdan kurtarmak için hiçbir tedbir
almamışlardır.
Kurtuluş Savaşı Öncesi Durum
Kurtuluş savaşımızda işgallere karşı ilk silahlı direniş
Güneydoğu Anadolu’da Fransızlara karşı başlamışsa da, ilk Kuvayı Milliye
hareketi Batı Anadolu’da Yunanlılara karşı oluşturulmuştur. Yunan birliklerinin
İzmir’i işgal etmesi ve Anadolu içlerine ilerlemeye başlamasına seyirci kalan
Osmanlı Hükümeti’nden artık hiçbir şey beklenemezdi. Bu durum, Kuvayı
Milliye’nin doğuşunu ve Milli Mücadele’nin başlamasını kolaylaştırıcı etkenler
olmuştu.
MUSTAFA KEMAL’İN SAMSUN’A ÇIKIŞI VE KONGRELER
Gelişmeleri yakından
takip eden Mustafa Kemal Paşa, Türk Halkının ulusal egemenliğe dayanan, kayıtsız
ve şartsız olarak bağımsız, yeni bir Türk devleti kuracak güçte olduğunu
inanıyordu. Padişahın ve İstanbul Hükümeti’nin teslimiyetçi tutumu karşısında
kurtuluş yolunun Milli Mücadele olduğunu anlamıştı. Düşman işgallerine karşı
bazı bölgelerde gösterilen direniş ve milli teşekküllerin kurulması da onu
umutlandırmıştı.
Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçmek için bir fırsat
aradığı sırada, Karadeniz’deki Pontus Rum çetelerinin bölgedeki Türklere karşı
saldırıları artmıştı. İngiltere asayiş ve sükunun sağlanmaması durumunda bölgeyi
işgal edeceğini bir nota ile İstanbul Hükümeti’ne bildirdi. Padişah bölgedeki
güvenliğin sağlanması için Mustafa Kemal Paşa’yı 9.Ordu Müfettişliğine
atamıştır. Güvendiği arkadaşlarını yanına alan Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs
1919’da Samsun’a çıktı. Bu tarih aynı zamanda Kurtuluş Savaşı’nın fiilen
başladığı tarihtir.
Mustafa Kemal, askeri örgütlenmeyi sağlamak için Havza’dan
Anadolu’daki tüm komutanlarla temasa geçmiştir. Komutanlara ve Valilere
yayınladığı genelgelerle (Havza Genelgesi) halka felaketin büyüklüğünün
anlatılmasını ve işgallere karşı da mitinglerin yapılmasını istemiştir. İlk
miting 30 Mayıs 1919’da Havza’da yapılmıştır.
Kurtuluş savaşı bir işgale uğramış yurt topraklarını savunma ve
işgal kuvvetlerine karşı verilen mücadelenin ifade edilmesidir. Kısacası
Kurtuluş savaşı'nın temel nedeni yada gerekçesi İşgal edilen ve düşman elinde
olan toprakların tekrar kazanılmasıdır. Ayrıntılı olarak Kurtuluş savaşı'nın
yada mücadele edilmesinin nedenleri Amasya genelgesi ile Mustafa Kemal Atatürk
ve arkadaşları tarafından kaleme alınmış ve resmen 22 Haziran 1919 tarihinde
gerekli kişi ve kurumlara duyurulmuştur.
Amasya genelgesinde Kurtuluş savaşı'nın nedenleri (Gerekçeler)
şöyledir:
1. Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir.
(Gerekçe)
2. İstanbul Hükümeti, üzerine düşen görevi yerine
getirememektedir. Bu durum milletimizi yok durumuna düşürmektedir.
Kurtuluş Savaşı Nedenleri
3. Milletin geleceğini yine milletin azim ve kararı
kurtaracaktır. (Amaç ve yöntem)
4. Her türlü etki ve denetimden uzak bir kurul oluşturulmalıdır.
(Temsil Kurulu)
5. Anadolu’nun en güvenilir yeri olan Sivas’ta milli bir kongre
düzenlenmeli, bunun için de her bölgeden üç delege Sivas’ta olacak şekilde yola
çıkmalıdır.
6. Delegelerin seçimlerini Redd-i İlhak, Müdafaa-i Hukuk
cemiyetleri ve belediyeler yapacaktır.
7. Doğu illeri için 10 Temmuz’da Erzurum’da bir kongre
toplanacaktır.
8. Mevcut askeri ve milli örgütler kesinlikle dağıtılmayacak,
komuta bırakılmayacak ve başkalarına teslim edilmeyecek.
9. Bu genelge sır olarak tutulmalı ve delegeler kimliklerini
gizli tutarak seyahat etmelidirler.
Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgisini
belirleyen Mondros Ateşkes Antlaşması (30 Ekim 1918) ile Anadolu ve Trakya her
türlü işgale açık bir duruma geliyordu. Çünkü Mondros ateşkes hükümleri galip
devletlere gerekli gördükleri her yeri işgal etme hakkı tanıyordu. Ülke işgale
uğrarken Padişah için önemli olan; saltanatın, halifeliğin ve hanedanın selameti
idi. Bu antlaşma çok ağır koşulları içerirken, İstanbul Hükümeti ileride
yapılacak barış görüşmelerinde bu koşulları hafifletebileceğini
umuyordu.
Mondros Ateşkes antlaşmasının hemen ardından işgaller başladı.
Bu antlaşmanın 7 inci maddesine göre, İtilaf devletleri güvenliklerini tehdit
eden bir durumu bahane ederek istedikleri bölgeleri işgal
edebileceklerdi.
Boğazlar İngilizlerin kontrolüne geçti. İngilizler Çanakkale,
Musul, Batum, Antep, Konya, Maraş, Samsun, Bilecik, Merzifon, Urla ve Kars’ı
işgal ettiler. Fransızlar ise; Trakya’daki demiryolunun önemli istasyonlarını,
Dörtyol, Mersin, Adana ve Afyon istasyonunu işgal ettiler. İngilizler tarafından
işgal edilen, Güney Doğu’daki bazı iller daha sonradan Fransızlara terk
edilmiştir. İtalyanlar ise Antalya, Kuşadası, Bodrum, Fethiye ve Marmaris’i
işgal ettiler. Konya ve Akşehir’e de asker yolladılar. Mondros Mütarekesi’nin
Doğu Anadolu’da 6 vilayetin Ermenilere bırakılacağına ilişkin maddesi Ermenileri
harekete geçirdi. Ermeniler kurdukları Alaylarla Doğu Anadolu’da yayılmaya ve
bölgedeki Türklere zulüm ve baskı yapmaya başladılar. Kozan, Osmaniye, Mersin ve
Adana’ya Fransızlarla birlikte Ermeni çetecileri de geldi.
Yunanlılar kendilerine vaat edilen Ege Bölgesi’ni ele geçirmek
üzere, İngiliz, Amerikan ve Fransız savaş gemilerinin koruması altında, 15 Mayıs
1919’da İzmir’i işgale başladılar. İzmir’in işgaline tepki olarak gazeteci Hasan
Tahsin tarafından düşmana atılan ilk kurşun Kurtuluş Savaşımızın başlangıcı
olmuştur. : Mondros ateşkes antlaşmasından sonra işgallerin başlamasına
karşılık Padişah ve Osmanlı Hükümeti işgallere karşı ses çıkarmamışlar, orduyu
geliştirip güçlendirmeye yönelmemişler, sadece kendi çıkarlarını düşünmüşler,
çekingen ve korkak davranmışlar, ülkeyi içinde bulunduğu durumdan kurtarmak için
hiçbir tedbir almamışlardır.
Kurtuluş Savaşı
Kurtuluş savaşımızda işgallere karşı ilk silahlı direniş
Güneydoğu Anadolu’da Fransızlara karşı başlamışsa da, ilk Kuvayı Milliye
hareketi Batı Anadolu’da Yunanlılara karşı oluşturulmuştur. Yunan birliklerinin
İzmir’i işgal etmesi ve Anadolu içlerine ilerlemeye başlamasına seyirci kalan
Osmanlı Hükümeti’nden artık hiçbir şey beklenemezdi. Bu durum, Kuvayı
Milliye’nin doğuşunu ve Milli Mücadele’nin başlamasını kolaylaştırıcı etkenler
olmuştu.
19 Mayıs 1919′da Atatürk Samsun’a çıkmıştır.Amasya genelgesi
yayınlanmıştır.Daha sonra Erzurum ve Sivas kongreleri gerçekleştirilmiştir.
İstanbul’un işgali edilmesi ve Meclis-i Mebusan’ın kapatılmasıyla Osmanlı
yönetimi çökmüştür. Padişah İtilaf Devletlerin esiri haline gelmişti. Böyle bir
durumda ulus kendisini yönetmeye başlamalıdır. Ulusu temsil eden, ulus adına
karar veren yetkili organa ihtiyaç vardır. Bu da yeni bir meclistir. 23 Nisan
1920’de 338 milletvekilinin katılımı ile TBMM açıldı.
Osmanlı Devleti ile İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya,
Ermenistan, Belçika, Yunanistan, Hicaz, Polanya, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven ve
Çekoslavakya devletleri arasında imzalanan, Türk’ün ölüm fermanı olarak bilinen
Sevr anlaşması imzalanmıştır. TBMM’nin Sevr Antlaşmasına tepkisi çok sert olup,
bu antlaşmayı imzalayanları ve onaylayanları vatan haini saymaya karar
vermiştir.
Doğu cephesi, Güney cephesi, Batı cephesi, I.-II. İnönü savaşları ve son
olarak Sakarya meydan muharebesi savaşları verilmiştir. Büyük Taarruz ve
Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile Anadolu’nun sonsuza kadar Türk yurdu olarak
kalacağı bütün dünyaya kanıtlanmıştır. Mudanya ateşkes ardından Lozan barış
anlaşması imzalanmış Yeni Türk Devleti tüm dünyaya kabul ettirilmiştir. Böylece
Türkiye tüm sömürge uluslara örnek olmuştur.
İzmir'in işgali düşüncesi 1919'un Şubat ortalarında Yunanistan
başbakanı Venizelos'un önerisiyle, İngiltere başbakanı Lloyd George tarafından
ortaya atıldı. İzmir'in İşgali, I. Dünya Savaşı sonrasında Paris'te toplanan
uluslararası barış konferansının kararıyla ortaya çıktı. ABD başkanı Wilson bu
öneriye önce kesinlikle karşı çıktı, ancak 25 Mart olayında daha esnek bir tavrı
benimsedi. 7 Mayıs ta İngiltere, ABD ve Fransa, Yunan donanmasının İzmir'e
gönderilmesinde mutabık kaldılar.
İzmir'in işgali kansız başladı. Hatta İzmir'in işgalini 1 gün
önceden bildiğinden İzmirdeki Osmanlı Ordusuna karşılık vermemesini emretmiştir.
Böylece İzmir'deki Osmanlı Ordusu hareketsiz kaldı ve Yunanlılara teslim
oldu.
İşgal günü Yunan ordusunun en yaman birlikleri olan evzon
askerleri şehirde zafer turu attılar. Bu zafer turu sırasında Türk subayları
sahil şeridine dizdiler. Aziz Nesin bu olayı daha sonra araştırmalarına
dayanarak kitabında anlatacaktı: Bir Türk Subayı Evzon askerinin "Zito
Venizelos" diye bağırmasını istediği halde yapmadığı için öldürüldü. Evzon
askerleri şehri her gezdiklerinde ve subaya geri döndüklerinde bir kez
süngüleniyordu. Bu Türk Subayı 22 kez süngülendi ve şehit oldu. Yunanlılar daha
ilk gün birçok Türk asker ve vatandaşı öldürdü.
Böylece işgal daha ilk günde 400
kişiye mâl oldu. İşgal başladığı sıralarda, bu görüntüye daha fazla tahammül
edemeyen gazeteci Hasan Tahsin, silahını çekip ateşleyerek en öndeki Yunan
bayraktarını başından vurmuştur. Bu hareket, Kurtuluş Savaşı'nı başlatan ilk
kurşun olarak kabul edilir.
İzmir'in işgali ile Türk halkında var olan fakat yetersiz
komutanlar yüzünden kullanılamayan mücadele yeteneği tekrar uyandı ve İzmir'deki
bir kısım asker istifa ederek Milli Mücadele'ye katıldı. Aynı zamanda İzmir'de
kalan Türkler de işgalin getirdiği huzursuzluğa dayanamadı ve Anadolu'ya göç
etti.
İzmirin İsgali
Kalmakta ısrar eden Türk ailelerse Yunan askerinin tavırlarına
ve yaptıkları eziyetlere daha fazla dayanamayıp Anadolu'daki milli mücadeleye
destek vermek amaçlı olarak göç ettiler.
"Türk asker ve subayları
dipçiklenerek, süngülenerek öldürülüyor, üzerlerindeki kıymetli eşyalar zorla
alınıyordu. İşgale karşı boyun eğmiş bulunan Ali Nadir Paşa yerde sürüklenerek
tekmeleniyordu. Türk subayları "Zito Venizelos" diye bağırmaya zorlanıyor, ağır
hakaretlere uğruyorlardı. Bağırmayı reddedenler ise süngüleniyordu.
Reddedenlerden Albay Fethi Bey de süngülenerek şehit edildi. Şehrin diğer
yerlerinde de olaylar, yağma, öldürme ve tecavüz olayları başladı. Türkler'e ait
evler ve işyerleri Rumlar tarafından yağmalanıyor, canını, malını, namusunu
korumak isteyen Türkler öldürülüyordu.
Bütün bu olaylar "uygar ulusların
temsilcilerinin" gözleri önünde, "uygar devletlerin" izniyle yapılıyordu. Lord
Curzon'un 18 Nisan 1919 tarihli bildirisinde "Selanik kapılarının 5 mil dışında
asayişi sağlayamayan Yunanistan'ın Aydın Vilayeti'nde (İzmir o tarihte Aydın
Vilayeti içinde idi.) barış ve güvenlik sağlamakla görevlendirilmesini" uygun
görmediğini açıkladığı Yunanlılar ilk gün 400 Türk öldürmüşlerdi. Çevre köy ve
kazalardaki olaylarla bir iki gün içinde 5.000 kadar Türk öldürüldü."
İzmir
kenti ile birlikte Ayvalık, iki kent arasındaki sahil şeridi, Çeşme yarımadası
ve Belkahve'ye kadar İzmir'in hinterlandı da işgal edilmiştir. 23 Nisan 1920'de
Ankara'da TBMM'nin açılmasından sonra Yunan ordusu İzmir'den harekete geçerek,
Sevr Antlaşması ile İtalyan bölgesi olarak kabul edilen Manisa, Uşak, Denizli,
Balıkesir, Bursa şehirlerini de işgal etmiştir. Bu sebeple Yunanistan ile
arasında ihtilaf çıkan İtalya ise bu işgalden sonra Kurtuluş Savaşı müddetince
Ankara hükümetini desteklemiş ve askeri yardım da yapmıştır.
Günümüzde içinden çıkılması güç bir durum haline gelmiş olan bir
sorundur. Ermeni Sorunu. Tıpkı geçmişte Osmanlı’ya yapıldığı gibi günümüzde de
Türkiye üzerine oynanan bir oyundur.
Dünya üzerinde, Asya ve Avrupa kıtalarını birleştirmesi
münasebetiyle, çok zengin yer altı kaynaklarının olması sebebiyle ve dünyanın
sayılı turizm merkezlerinin bulunması sebebiyle birçok asalak geçinen ülkenin
gözü üstünde olan bir ülkedir Türkiye. Üç kıtaya yayıldığı dönemde fethettiği
ülkelere hoşgörü ve insanlığı götüren Osmanlı’ya devşirme olarak giren Ermeniler
hanedan da vezirliğe kadar yükselmişler, memleket idaresinde söz sahibi
olmuşlardır.
Tamamı Türk ismiyle anılır olmuş, Türklerden fazla Türk
olmuşlardır.
Kısaca asırladır Ermeniler ve Türkler bu topraklarda kardeşçe
yaşamışlardır. Fakat başta söylediğimiz gibi; Osmanlıyı yaptığı savaşlarda
yenemeyen dış mihraklar, ülkeyi işgal etmiş, kendi arasında paylaşmış, fakat
yapılan istiklal savaşı neticesinde, bozguna uğrayarak terk bu toprakları terk
etmek zorunda kalmıştır. Ama faşizan duygularından vazgeçmeyerek, Türkiye
topraklarından almak istedikleri payın hesabını yapmaya devam etmişlerdir.
Sırf bu sebepten dolayı Ermeni halkıyla Türk halkını yaptıkları
entrikalarla birbirine düşürmeyi başarmışlardır. Daha kısa bir zaman öncesine
kadar sofrasını paylaştığı komşusuna düşmanlık besler hale getirmişlerdir. Tabi
bu konuda Ermeni insanının şiddete yatkın tavrı da tetikleyici olmuştur.
Ermeni Sorunu
Dış güçler tarafından; sizin hakkınız özgürlük, siz başka bir
milletsiniz, Türkler sizi sömürüyor, propagandalarına kanan, adına;
“Komitacılar” denilen bir grup
1. Dünya savaşı sırasında, Türk askeri
cephede çarpışırken, yerleşim yerlerini işgal edip, kadın çocuk demeden
katletmeye başlamışlardır.
Devlet tarafından bu olayları bastırma hareketleri provoke
edilip;” Soykırım” olarak adlandırılmıştır. Bu durum daha sonraki yıllarda
tırmanış gösterip, Türkiye’nin 70’li yıllarda yaşadığı buhranı fırsat bilip
Avrupa’da bir takım faaliyetler gösterip ‘Asala Militanlarınca” Büyük Elçi ve
Ataşelere suikastlar düzenlemişlerdir. Bu durum diplomatik kanallarca yapılan
girişimler sonucu bastırılmıştır. Fakat 80’li yılarda kurulan PKK terör örgütü
ekmeklerine yağ sürmüş ve örgüte açık destek vermişlerdir. Öldürülen birçok
teröristin üzerinden Ermenistan kimliği çıktığı bilinmektedir.
Bütün bu yaşanan olayların sebebi; Türkiye’den pay koparmaya
çalışan dış güçlerin işidir. Fakat Ermenilerin çıkarları da yabana
atılmamalıdır. Dünya üzerinde ülkelerin meclislerinden Türklerin Ermenilere
soykırım uyguladığına dair kararlar geçirtmeye çalışmaktadırlar. Dünya
ülkelerinin yarısından fazlası tarafından soykırım olmuştur şeklinde bir karar
alınırsa, büyük paralar kazanacaklardır. Bugüne kadar bu teklif 20 ülkede ve
Amerika’da 41 eyalette kabul edilmiştir.